“Kaosun Renkleri: ‘Ran’ ile İnsanın Karanlık Yüzüne Bir Yolculuk”

Akira Kurosawa: Ran Film Analizi
Akira Kurosawa: Ran Film Analizi

Akira Kurosawa: Ran Film Analizi

Akira Kurosawa’nın 1985 yapımı “Ran” filmi, sinema tarihinin en görkemli epik yapıtlarından biri. Bu film, köklerini Shakespeare’in “Kral Lear” oyunundan alıyor. Ancak “Ran”, tam anlamıyla bir uyarlama değil. Kurosawa, bu hikâyeyi Japon feodal dönemiyle harmanlıyor. Sonuçta ortaya yalnızca bir Shakespeare yeniden yorumu değil, aynı zamanda yönetmenin yaşam boyu topladığı deneyimlerin, gözlemlerin ve duyguların süzgecinden geçmiş bir başyapıt çıkıyor.

Filmin merkezinde yaşlı bir derebeyi var. Hidetora Ichimonji isimli bu lider, uzun bir süre boyunca zulme, kana ve şiddete dayalı bir iktidar kuruyor. Artık elinde muazzam bir toprak ve güç var. Ama film tam da bu güç paylaşımını konu alırken, insani zaafları ve zayıflıkları çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Hidetora, hükmünü üç oğlu arasında paylaştırmak istiyor. Beklentisi, bu dağıtımın aile bağlarını güçlendirmesi. Ancak olaylar beklediği gibi gelişmiyor. Büyük bir çöküş, ihanet, kin ve kanlı bir hesaplaşma ortaya çıkıyor. Bu da “Ran”ın merkezinde duran trajediyi güçlendiriyor.

“Ran” Yani Kaos

Bu noktada filmin ismi önemli. “Ran” Japonca’da “kaos” veya “kargaşa” anlamına geliyor. Film boyunca izleyici, düzenin ve gücün ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu görüyor. Kanla, korkuyla, ikiyüzlülükle dolu bir dönemde, barış denen şeyin aslında incecik bir ipliğe bağlı olduğunu hissediyor. Kurosawa, bu atmosferi kurarken doğayı, rüzgârı, yağmuru, çamuru ve ateşi çarpıcı biçimde kullanıyor. Neredeyse her sahne, görüntü yönetmenliğinin ve mekân seçimlerinin bir sanat eserine dönüştüğü kareler sunuyor. Geniş planlar, kapkara gökyüzüne karşı yükselen kaleler, ıssız ovalar ve korku dolu sessizlikler, hikâyeye neredeyse görünmez bir karakter daha ekliyor. Bu karakter, doğanın ta kendisi.

Bu doğa, filmde sadece bir arka plan değil. Hava koşulları, sis, rüzgâr, güneşin anlık parlaması veya sert bir sağanak yağmur, karakterlerin ruh hâlini yansıtıyor. İnsanlar ne kadar debelenirse debelensin, doğa kendi döngüsünü sürdürüyor. Bu da filmde işlenen temaların altını kalın çizgilerle çiziyor. İnsanlık nankör, zalim, iki yüzlü ve çıkarcı olabilir. Ama evrenin düzeni insandan bağımsız dönmeye devam ediyor. Bu bakış açısı, insan gururunun aslında ne kadar anlamsız olduğunu hissettiriyor.

Ran ve Renk Paleti

“Ran”ı değerlendirirken renk kullanımına da değinmek gerekiyor. Kurosawa, bu filmde renkleri bir dil olarak kullanıyor. Özellikle üç oğlun her birinin ordusu farklı renklerle sembolize ediliyor: sarı, kırmızı, mavi gibi temel renkler, izleyicinin zihin haritasını basitleştiriyor. Böylece savaş meydanında kimin kime karşı savaştığını daha net görebiliyoruz. Ama bu renkler aynı zamanda karakterlerin kişiliklerini, hırslarını ve kaderlerini de işaret ediyor. Renk paleti, filmin ilerleyen bölümlerinde iyice karmaşıklaşıyor ve seyirciye “her şey iç içe geçiyor, bakın kaosun renkleri iç içe dağılıyor” diyor. Özellikle kaleye yapılan saldırı sahnesinde, alevlerin kırmızısı, dumanın grisi, askerlerin renkli zırhları çarpıcı bir tablo oluşturuyor. Bu sahneler etkileyici bir görsel şölen sunuyor. Belki de Kurosawa, “Ran” ile sinemanın bir ressamın tuvali kadar esnek olduğunu kanıtlıyor.

Filmin karakterleri de renkler kadar canlı ve keskin hatlarla çiziliyor. Hidetora’nın gururu ve kibri, onun düşüşünün temel nedeni. İlk başta kararlı, kudretli ve sarsılmaz bir lider olarak beliren Hidetora, zamanla kırılganlaşıyor. Sahip olduğu topraklar, oğullarına olan inancı sarsıldıkça, yüzündeki çizgiler derinleşiyor. Onun bu değişimi, filmin duygusal omurgasını oluşturuyor. Oğullardan en küçüğü olan Saburo ise gerçeği söylemekten çekinmiyor. Babasının acımasız sicilini yüzüne vurmaktan korkmuyor. Bu dürüstlüğü yüzünden başta dışlansa da zaman içinde haklılığı ortaya çıkıyor. Bu da bize “Ran”ın aslında bir aile dramı olduğunu gösteriyor. Kral Lear hikâyesinin Japon topraklarındaki yansıması, aile kavramını, baba-oğul ilişkisinin ne kadar karmaşık olabileceğini anlatıyor.

Karakterlerin Önermesi

Fakat “Ran” sadece aile içindeki çatışmalardan ibaret değil. Kadın karakterler burada ayrı bir öneme sahip. Özellikle Lady Kaede, intikam ve hırsın bir sembolü gibi hareket ediyor. O, yaşadığı acıların bedelini, entrikalarla ve kandırmacalarla ödetmeye çalışıyor. Onun manipülatif tavrı, erkeksi güç yapısının içten içe nasıl çürüdüğünü gösteriyor. Bir anlamda kadın karakterler, bu erkek dünyasında birer katalizör görevi görüyor. Onlar, kapalı kapılar ardında güç ilişkilerini yönlendiriyor. Böylece “Ran”, sadece bir baba ve oğullar hikâyesi değil, aynı zamanda farklı çıkarların, intikamların ve hırsların iç içe geçtiği bir güç mozaiği olarak karşımıza çıkıyor.

Savaş sahneleri de “Ran”ın unutulmaz parçalarından biri. Kurosawa, bu sahneleri öyle bir kurguluyor ki her karede bir tablo, bir sanat eseri görüyoruz. Atların dörtnala koştuğu, okların havada uçuştuğu, kılıçların parladığı bu sahnelerde yönetmen, şiddetin estetiğini yaratmıyor. Aksine, şiddetin korkunçluğunu, anlamsızlığını suratımıza çarpıyor. Savaşın kaosu, kulak tırmalayıcı bir sessizlikle sunuluyor. Evet, bu filmde kimi savaş sahnelerinde müzik yerine sessizlik hâkim. O sessizlik, insanın yüreğine ağır bir taş gibi oturuyor. Bu tercihle Kurosawa, şiddeti hem büyütüyor hem de izleyiciyi rahatsız ediyor. Kanda boğulan bir iktidar mücadelesinin sessiz feryadı adeta kulaklarınızda yankılanıyor.

Roger Ebert “Sinema Tarihinin Zirve Noktalarından Biri”

Roger Ebert gibi eleştirmenler, “Ran”ı sinema tarihinin zirve noktalarından biri olarak yorumluyor. Ebert, bu filmi Kurosawa’nın görsel zekâsının ve hikâye anlatıcılığının doruk noktası şeklinde tanımlıyor. Ebert’in gözünde “Ran”, sadece bir yönetmenin ustalık dönemi eseri değil, aynı zamanda kolektif bir sinema başyapıtı. Bugün bile “Ran” izleyen bir kişi, filmin görkemli atmosferine kapılıyor. Kurosawa’nın kullandığı sinemasal dil, yıllar geçtikçe eskimiyor. Film, tam da bu yüzden zamansız bir eser. Japon feodal dönemini anlatıyor ama insanın hırsı, gururu, aldatması, ihaneti evrensel konular. Bu evrensellik, izleyicileri hâlâ etkiliyor.

Bunun yanında film, karakterlerin psikolojik derinliklerine de iniyor. Mesela Hidetora’nın deliliğe sürüklenişi, sadece bir kralın düşüşü değil. Bu sahnelerde insanın kendi geçmişiyle yüzleşmesini görüyoruz. Hidetora, yaptıklarını, yarattığı acıları içten içe anlıyor. Bu farkındalık, onu kaçınılmaz bir çöküntüye götürüyor. Yıllarca korkuyla yönettiği insanlar, ona şimdi acımıyor. Onun düşüşü, zamanında ektiği nefret tohumlarının bir hasadı gibi görünüyor. Böylece “Ran”, insanlık tarihinin tekrar eden döngülerine işaret ediyor. Güç, baskı, zulüm ve intikam, farklı dönemlerde tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor. Film, bu döngüyü kırmanın zorluğunu vurguluyor.

Ran ve Üç Oğul

“Ran”ı anlamak için Shakespeare’e veya Japon tarihine hâkim olmak gerekmiyor. Film, kendi içinde bağımsız bir bütünlük taşıyor. Ancak Shakespeare’in “Kral Lear” metnini bilenler, filmdeki paralellikleri fark ediyor. Kral Lear’ın üç kızı arasındaki çatışma, “Ran”da üç oğul ve onların farklı karakterleriyle yeniden vücut buluyor. Ama “Ran”, birebir bir uyarlama değil. Kurosawa, buradaki karakterlere ve olay örgüsüne kendi sanatsal vizyonunu katıyor. O, insan doğasını sorgularken, aynı zamanda kendi kültürel mirasını evrensel bir dille anlatıyor.

Ortalama bir izleyici “Ran”ı izlediğinde, büyük ihtimalle ilk anda mekanların görkemine, kostümlerin detayına, savaş sahnelerinin görsel şölenine odaklanır. Biraz dikkatli bir izleyici ise karakterlerin iç çatışmalarını, psikolojik çöküşleri, insanın ne kadar zayıf ve geçici olduğunu fark eder. Daha da derinlemesine bakan, bu filmin aslında bir dönemin kapanışını, bir düzenin yıkılışını, insan gururunun yerle bir oluşunu anlatan bir ağıt olduğunu görür. Kurosawa, “Ran” ile adeta bize bir ayna tutar. Bu aynada insanlık tarihine, güç ve iktidar oyunlarına, aile bağlarına, adaletin kırılganlığına, doğanın insan üzerinde kurduğu amansız hükme bakarız.

Her Detay Filmi Mükemmel Bir Hale Getiriyor

Filmdeki her detay bir amaç taşır. Her bakış, her sessizlik, her renk vuruşu, hikâyenin katmanlarına biraz daha ışık tutar. Bu nedenle “Ran”, tek seferde tüketilecek bir yapım değil. Yıllar sonra tekrar izlediğinizde, farklı bir yönüyle size seslenir. Çünkü film, zamanın aşındıramadığı bir değere sahiptir. Kurosawa, yönetmenlik kariyeri boyunca insan doğasını, erdemi, zulmü, ihaneti, adaleti tekrar tekrar sorgular. “Ran” bu sorgulamaların destansı bir finali gibidir.

Kısacası “Ran”, görselliğiyle, hikâyesiyle, temalarıyla, karakterleriyle ve duygusuyla büyük bir sinema deneyimi sunar. Bu film, sadece bir tarihsel drama ya da bir epik savaş filmi değildir. Aynı zamanda insanın kendi karanlık yönlerine tuttuğu bir ışıktır. Hem geçmişi hatırlatır hem bugüne dair sorular sorar. Aynı anda hem evrenseldir hem de çok özeldir. Eğer sinemanın gücünü, bir hikâyenin katmanlarını, görüntülerin taşıdığı anlamları, karakterlerin iç dünyalarını ve bir yönetmenin sanatsal birikiminin doruk noktasını görmek istiyorsanız “Ran” tam size göredir. Bu film, sinemaseverlerin belleğinde kocaman bir yer tutar. Her izleyişte büyüleyen, her seferinde yeni bir ayrıntı sunan bu başyapıt, sinemanın bir sanat olarak neden bu kadar özel bir alan kapladığını bize hatırlatır.

Kaynak 1

Akira Kurosawa hakkında daha fazla okuma yapmak için.