Yönetmen: Erden Kıral
Yıl:1980
Eser: Orhan Kemal
Senaryo: Tuncel Kurtiz
Görüntü Yönetmeni: Salih Dikişçi
Bereketli Topraklar Üzerinde, köylüyü ve Türk toplumunu en iyi anlatan filmlerden bir tanesi. Aslında anlattığı evren 1950’ler fakat birazda olsa 80’lerden esintiler hissediyoruz. Zaten kitabın ilk yayınlanama tarihi 1958.
Devlet, cumhuriyetin ilanından hemen sonra hızlı bir şekilde, sanayileşme ve tarımda makineleşme hamleleri yaptı. Fakat sermaye yetersizlikleri ve sanayi devriminin tam olarak Anadolu’da tam olarak başlayamamasından dolayı gerçekleşemedi. Verimli olan doğru düzgün topraklar genelde Çukurova, Harran ovası ve İzmir çevresinde olduğu için tarım ve emek hikayeleri genelde bu bölgelerde geçer. Zaten sinemada ve edebiyatta tarım ve çiftçi hikayeleri genelde Çukurova’da geçer.
Çekildiği dönem itibari ile bize Adana ve civarındaki tarım işçilerinin hayatlarının içine sokuyor. Toplumcu gerçekçi tarzı ile oyuncuların doğallığı -köylülüğü- türk sinemasında daha önce görülmemiş bir realizm katmış filme.
Filmin Konusu
Burada hikâyeye hizmet eden şeyler bence, köylülerin kıyafetlerinin eski ve yıpranmış olması, aynı zamanda işçilerin -fakirlikten- yalın ayak çalışması, gibi detaylarla fakirlik çok iyi bir şekilde verilmiş.
Aslında Bereketli Topraklar Üzerinde, bir belgesel havasında o dönemin insanın yaşantısını bize sunuyor. Kamera mevsimlik işçilerin çadırlarının içine giriyor. Ağalık düzenini, tarım toplumunda topraksız köylünün ne kadar çaresiz olduğunu bize göstermektedir. Avrupa’da ve Amerika’da tüketim çılgınlığı zirve yapmışken, Anadolu’da halen hasat develerle kaldırılıyor. Bu resim bizlere birçok şeyi özetliyor.
Hikaye Ali, Yusuf ve Hasan isimli üç arkadaşın, köylerinden ayrılıp iş bulmak umudu ile Çukurova’ya gelmeleriyle başlıyor. İlk önce hemşerilerinin pamuk fabrikasına geliyorlar. Orada iş tutuyorlar. Arkadaşları Hasan hastalanıyor ve onu geride bırakıp devam ediyorlar. Hasan ahır bozması bir handa tek başına kalıyor. Hikâyenin bu kısmı bana Faruk Nafiz Çamlıbel’in han duvarları şiirini anımsattı;
“Garibim namıma kerem diyorlar
Aslı’mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben”
Daha sonra Hasan’ın öldüğünü hikâyenin akışında öğreniyoruz. Yusuf ve Ali’nin inşaatta işe giriyor ve orada çalışmaya başlıyor. Ali inşaatta çalışırken, başka bir ustanın kapatmasına tutuluyor ve onunla kaçıyor. Onunla Çukurova’da bir çiftlikte çalışmaya başlıyor. Bu çiftlikte ’de sevgilisi Fatma’ya ırgatbaşı-kahya göz koyuyor ve pehlivan Ali’yi çiftlikten uzakta bir göreve gönderiyor. Asıl hikâye aslında burada başlıyor. Filmin başında biz Ali’nin hikayesini izlediğimizi tam olarak bilmiyoruz fakat filmin yarısından sonra anlıyoruz ki aslında hikâye Ali’yi anlatıyor.
Film boyunca kahramanların gittikleri her işte bir sömürü düzeni vardır. İlk başta bu sömürü düzenine uyum sağlayamamaktadırlar. Fabrikaya işe girerler, şartlar ağırdır. Arkadaşları zor şartlardan dolayı hastalanır ve ölür. İnşaata giderler orada ayrı bir düzen vardır ve iş aslında çok ağırdır. Ali çiftliğe işe girer oradaki sömürü düzeni daha da ağırdır. Irgatlara yemek olarak sadece ekmek dağıtılmaktadır. Dağıtılan ekmek çoğu zaman kurtludur.
Film romandan uyarlandığı için akış bir film akışı gibi değil. Karakterler arası çatışmalar çok ağır ve bir sonuca ulaşmıyor genelde. Aynı zamanda biz bu hikâyede, Ömer Lütfü Akad’ın, Gelin-Düğün-Diyet üçlemesinde anlatılan köyden kente göçün biraz daha öncesini görüyoruz. Ben filmi hem yazılığı dönem, hem çekildiği dönem itibari ile daha çok bir belgesel gibi görüyorum.
Sinematografi
Filmin sinematografisi dönemin şartlarına göre çok iyi. Hatta bazı yerler beni gerçekten çok şaşırttı. Özellikle ışık dönemin çekim tarzına göre çok özenli ve dikkatli kullanılmış. Bazı yerlerde film görüntü fluya kaçıyor ama beni çok rahatsız etmedi. Renkler ve filmdeki sarı sıcak tonlar anlatımı daha da güçlendirmiş.
Sanırım uzunca bir süre Mubi’de kalacak. İzlemenizi tavsiye ederim.